ERDOĞAN’IN ‘ŞÛRA’DAKİ TAVRI
Canibim.Com

ERDOĞAN’IN ‘ŞÛRA’DAKİ TAVRI - Canibim.Com
Abdulkadir Selvi

Erdoğan nerede, ‘Beni bunlarla mı sıkıştırmak istiyorsunuz?’ dedi

Temmuz 21, 2022 12:21

Abdullah Gül’e, başbakan olarak katıldığı ilk toplantıda MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, “Karının başını aç” demişti. Yıllar sonra Gül’e bunu sorduğumuzda, “Gereken cevap verildi” diye yanıtlamıştı.

AK Parti’nin ilk döneminde askerlerde 28 Şubat alışkanlıkları vardı. AK Parti iktidarının akıbetini Refahyol hükümetine, Erdoğan’ın sonunu da Erbakan’a benzetmek istiyorlardı. 28 Şubat sürecinde Başbakan Erbakan’a, Osman Özbek isimli paşanın hakaret ettiği, askerin baskısıyla Erbakan’ın başbakanlıktan istifa etmek zorunda bırakıldığı dönemin ruhuyla hareket ediyorlardı. Batı Çalışma Grupları bunun için kuruldu. 27 Nisan e-Muhtırası bunun için verildi. Cumhuriyet mitingleri bunun için organize edildi. AK Parti’ye kapatma davası bunun için açıldı. Erdoğan, yasaklı hale getirilerek seçimlere bunun için sokulmadı.

 

Ama Erdoğan da tehlikenin farkındaydı. Türkiye’nin geleceğinde ya onlar olacak ya Erdoğan olacaktı.


AK Parti’ye kapatma davası açıldığı günlerde, “Yaşlarını kuru yaparım” demişti. Kapatma davası zamana yayılmak yerine hızlandırılmış ve YAŞ toplantısı öncesine denk getirilmişti. Yüksek Askeri Şura toplantısı bir dönüm noktası olmuştu. 27 Nisan e-Muhtırası’nı geri çevirdi. Demirel gibi şapkayı alıp gitmedi. 15 Temmuz ise bunun zirvesiydi. 15 Temmuz’da Erdoğan darbeyi geri püskürttü.


Askerin karşısında terleyen başbakanlardan, başbakanların terlettiği asker sürecine böyle geçildi. Son sözün sahibinin askerin değil seçilmişlerin olduğu düzen böyle kuruldu. Bunu da ancak Erdoğan gibi yürekli bir lider yapabilirdi.

ZAMANIN RUHU

Beni bunları yazmaya iten ise eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in AKİT TV’de Muharrem Coşkun'un programında anlattıkları oldu. 2007 yılı 367 kararının çıktığı, Meclis’te cumhurbaşkanı seçtirilmediği, Cumhuriyet mitinglerinin ve 27 Nisan e-Muhtırası’nın yayınlandığı bir dönemdi. Bu yaşananlar zamanın ruhunu yansıtması açısından çok önemli.


O nedenle Ergenekon mağduru olan İsmail Hakkı Pekin’le konuşarak bir kez de onun ağzından dinledim. Şimdi noktasına, virgülüne dokunmadan İsmail Hakkı Pekin’in ağzından 2007 Aralık Şûrası’nda yaşananları aktarıyorum.


PEKİN O TOPLANTIYI ANLATTI

"2007 yılında Genelkurmay İstihbarat Başkanı oldum. Aralık Şûrası vardı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergun Saygun bana, ‘Türkiye’deki irticai faaliyetlerle ilgili takdim hazırlayın, Başbakan’a sunalım’ dedi. Bazı özel okullardaki irticai faaliyetlerle ilgiliydi. TSK içindeki irticai faaliyetlerle ilgili değildi. İstihbarata Karşı Koyma Başkanı Tuğgeneral, ‘Komutanım, geçen sefer de böyle bir şey oldu. Başbakan kızdı, bağırdı, bir sürü laf söyledi. Söyleyin yapmasın’ dedi. Sayın Cumhurbaşkanı o zaman ‘başbakan’dı. 2006 Aralık Şûra’da da aynı şey olmuş. Başbakan kızmış.


 ERDOĞAN’IN ‘ŞÛRA’DAKİ TAVRI

İkinci başkana gittim, anlattım. “Yok. Hazırlayın” dedi. Ağustos şûraları terfiler, aralık şûrasında ise harbe hazırlıklar görüşülür. Şûra başladı. Başbakan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt toplantı masasının başında yanyana oturuyorlar. İKK Başkanı Tuğgeneral çıktı anlatıyor. Başbakan da not alıyor. Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki, ‘Bunu bana niye anlatıyorsunuz?’ Bir defa hukukçuların görüşü farklı dedi. Geçen sene de söyledim (2006 Aralık Şûrası), ‘Kimi kime şikâyet ediyorsunuz. Beni bana mı şikâyet ediyorsunuz. Geçen sene de bunları söyledim. Bunlar sizin işiniz değil. Burası onun yeri değil. Beni bunlarla sıkıştırmaya mı çalışıyorsunuz?’ dedi. Biz bunun üzerine daha başka sözleri duymamak için dışarı çıktık. Bu arada Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, “Sayın Başbakan’ım çok ağır konuşuyorsunuz’ dedi. Cumhurbaşkanı şûrayı yarım bıraktı çıktı. Genelkurmay Başkanı da arkasından gitti. Sonra şûraya tekrar döndü ama o brifing devam etmedi. Zaten bu Yüksek Askeri Şûra’daki son brifing oldu.”

Erbakan başbakanken Genelkurmay’ı ziyaretinde omuz atılmıştı. O günlerden bugüne kolay gelinmedi. Erdoğan’ın cesur mücadelesi olmasa askeri vesayet bir türlü geriletilemezdi. O nedenle Erdoğan’ın bu tepkisi şaşırtıcı değil ama çok önemli.


‘KES ULAN’

Erdoğan, MGK toplantısında da benzer bir çıkış yapmıştı. Ben ilk olarak dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur olarak yazmıştım ama sonradan arayan bir MGK üyesi o komutanın Cumhur Asparuk olduğunu aktarmıştı.


Olay, 2003 yılı ağustos MGK toplantısında yaşanıyor. Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk, veda konuşmasında irtica gerekçesiyle iktidara ithamlarda bulunuyor. Erdoğan, önce anlattığı olayların doğru olmadığını söylüyor. Asparuk konuşmasını uzatıyor ve iddialarını sürdürüyor. Erdoğan bunun üzerine “Kes ulan” diye bağırıyor.

Peki Asparuk susuyor mu? Evet susuyor.

BÜYÜKANIT’A, ‘SEN Mİ YÖNETECEKSİN BEN Mİ?’

27 Nisan e-Muhtırası verildiği gece Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Başbakan Erdoğan’ın telefonlarına çıkmamıştı. Ta ki hükümetin açıklama yapacağı duyuruluncaya kadar. Büyükanıt, 28 Nisan günü Erdoğan’ın telefonuna geri dönüş yapıyor. Erdoğan’ın ilk sözü ‘Paşa, bu ülkeyi sen mi yöneteceksin yoksa ben mi?’ oluyor. 


Sonu malum. 28 Nisan’da Türk demokrasisinde bir ilk yaşandı ve muhtıra verene muhtıra verildi.

KOŞANAR’E, ‘BİZİ CEMSELERE Mİ DOLDURACAKSIN?’

Son not ise Koşaner Paşa’dan.

Balyoz davasında 102 asker tutuklanınca Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner soluğu Dolmabahçe’de Erdoğan’ın yanında alıyor. Erdoğan da tutuklamalardan dolayı rahatsızdı. Bunu da dönemin Adalet Bakanı çok iyi biliyor. Ancak Koşaner o denli sert bir üslupla konuşuyor ki Başbakan bu tarzdan rahatsız oluyor. Başbakan’ın bunu hissettirmesine rağmen Koşaner aynı tonda konuşmasını sürdürünce Erdoğan, ‘Otur oturduğun yerde, ne yapacaksın? Bizi cemselere doldurup Selimiye Kışlası’na mı götüreceksin?’ diye uyarıyor.

Sonuç. Koşaner, “Yok efendim. Öyle demek istemedim” diyor ve oturuyor.

KILIÇDAROĞLU NE YAPIYORDU

Türkiye bu noktaya geldiyse Erdoğan’ın kararlı mücadelesi sayesinde geldi.


Erdoğan Genelkurmay Karargâhı’nda ya da Milli Güvenlik Kurulu toplantısında başörtüsü mücadelesi verirken, Kemal Kılıçdaroğlu ise başörtüsü yasağını kaldıran düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne müracaat ediyordu.


Kılıçdaroğlu’na methiyeler dizen başörtülülere hatırlatmak istedim.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 


 

 

 

 

Türkiye yeniden merkez ülke konumuna yükselme imkanını yakaladı…

25 Tem 2022, Pazartesi

 

Rusların Ukrayna’yı işgaliyle başlayan süreç, bütün dünyanın ekonomik ve siyasî dengelerini alt üst etti, etmeye de devam ediyor.

 

Rusya da, Ukrayna da dünyanın tahıl ambarı. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın derinleşmesi, dünyada da ülkemizde de ekonomilerin 1929-1930 ekonomik krizine benzer sarsıntılar geçirmesine yol açtı: Enflasyon tavan yaptı, faizler aldı başını gitti, insanların alım gücü düştü, sınıflar arasındaki makas açıldıkça açıldı…


İki senedir korona hapishanesine tıkılan insanlık, hapishaneden salıverildi verilmesine de dışarı çıkan insanlar, ekonominin el yaktığını görünce şaşkına döndüler.


YENİ KÜRESEL KRİZ KAPIDA…

Korona hapishanesinden çıktı insanlar çıkmasına da, özgürlüklerine kavuşamadılar tam anlamıyla. Özgürlüklerini tehdit eden, çok yönlü yıkım yaşayan bir dünyayla karşılaştılar bir anda..

.

Türkiye’de de ekonomi derinden etkilendi bu küresel travmadan. Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oldu; orta sınıf neredeyse yok oldu. Bu durum, sosyal barışın alarm zilleri çalmasına yol açabilir. Hükümetin, nefes alıp vermeleri zorlaşan dar gelirli inanımızın sorunlarıyla özellikle ilgilenmesi, ülkemizin selâmeti açısından hayatî önem arzediyor.


Pandeminin yol açtığı küresel ekonomik buhranı biz de ülke olarak hissediyor olsak da, dış politikada son 20 yılın, belki de cumhuriyet tarihinin en parlak dönemini yaşıyoruz. Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, tecrübesi, birikimi ve risk alan cesur devlet adamlığı ile Türkiye’nin dış politikada yaptığı bu atılıma öncülük ediyor.


Rusya-Ukrayna Savaşı patlak verdiğinde, Türkiye’nin arabuluculuk rolü oynaması taleplerine muhalefet partileri hep gülerek, alaycı bir dille yaklaşmışlardı. Oysa dış politika, millî bir meseledir, burada elde edilen başarı ya da başarısızlık bu açıdan özenle değerlendirilmelidir.


TÜRKİYE YENİDEN MERKEZ ÜLKE KONUMUNA YÜKSELECEK…

Türkiye, savaşın ilk haftasında, bütün dikkatleri üzerine çekecek diplomatik bir atak gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir haftada 30’a yakın devlet veya hükümet başkanıyla görüştü. Bu görüşmelerde bir fotoğraf karesi vardı ki, sadece o kare bile Türkiye’nin neden yeniden merkez ülke olması gerektiğini ve Türkiye’nin merkez ülke olabileceğini gözler önüne seriyordu: Başta Rusya ve Ukrayna temsilcileri olmak üzere, konuya taraf olan ilgili ülkelerin hepsi İstanbul’da bir masa etrafında toplanmıştı. Salona girince hepsi aynı anda ayakta alkışladılar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı.


Bu, basit bir hâdise değil.

Bu süreç sürüyor, sürecek de.

Aynı merkez ülke olma konumu, NATO toplantıları sırasında da ortaya çıktı Türkiye’nin: NATO toplantısına ilk defa Türkiye damgasını vurdu: İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvurularına Türkiye sözkonusu ülkelerin PKK’ya yardım ve yataklık yaptıkları gerekçesiyle engel koyunca bütün dikkatler üzerimize yoğunlaştı.


Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan ABD Başkanı Joe Biden’la, öte yandan da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le art arda aynı anda görüşüyor. Şu şartlarda, şu kaotik küresel konjonktürde çok zor bu oysa. Ve bu, çok değerli bir konum. Bugün arabulucu konumdayız, yarın yönlendirici konuma yükseleceğiz inşallah yeniden…


Uzatmaya gerek yok listeyi…

Türkiye’nin Çin’le de derin ve köklü ilişkiler kurduğunu görüyoruz aynı zamanda. Bu ilişkiler, Doğu Türkistan’daki Çin zulmünün engellenmesinde bir noktaya da kadar da olsa bir rol oynayabilir. Çin’in Türkiye’ye çok ihtiyacı var. Ve bu, önümüzdeki süreçte daha da artacak…


Batılılar, pek çok alanda Rusya ile açık veya örtük ittifak hâlinde olsalar da, Rusya’nın belini kırmak için bir fırsat olarak görüyorlar Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını. Kaldı ki, ABD de, İngiltere de Rusya’yı Ukrayna’ya saldırması konusunda az kışkırtmadı! Avrupa’nın özellikle de Almanya ve Fransa’nın karşı koymasına rağmen.


Son olarak Rusya ve Ukrayna ile dünyanın tahıl krizini çözecek çok önemli bir anlaşma İstanbul’da imzalandı. Bütün dünyanın yöneticileri Türkiye’yi tebrik etti bizzat Erdoğan’ı arayarak ya da mesajlar ve açıklamalar yayınlayarak…


Sadece ülkedeki muhalefet görmedi, göremedi bunu.

İnanılır gibi değil.

Oysa Türkiye, yeniden merkez ülke, tarihin akışını değiştirecek bir ülke konumuna yerleşebilecek bir kaç ülkesinden biri dünyanın şu an.


Yeter ki biz, içerde kenetlenmesini bilelim.

Yeter ki biz, azamî müştereklerimiz üzerinde titreyelim.


Yeter ki biz, bizi tarihe girdiren, tarihin akışını değiştirmemizi mümkün kılan o kabına sığmaz ruhu yeniden kuşanalım, önümüzü açacak yeni Gazalî’leri, İbn Haldun’ları, Sinan’ları, Itrî’leri yetiştirmeden bunun mümkün olmayacağını görelim ve uzun soluklu, köklü ve güçlü bir eğitim seferberliği başlatarak çağrısı çağını kuracak öncü kuşakların tohumlarını ekmeye başlayalım.


İşte o zaman Türkiye yeniden tarihin akışını değiştirecek merkez ülke konumuna yükselecek inşallah.

Vesselâm.


25 Temmuz 2022, PazartesiHASAN BASRİ YALÇIN

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Tahıl Koridoru

 

Dünyanın önümüzdeki yıl belki de en önemli sorunu enerjiyle beraber gıda sorunu olacak. Öyle ki, yakın zamanda güney yarımkürede büyük kıtlıklar yaşanabilir. En azından Birleşmiş Milletler öyle söylüyor. Bu tür küresel sorunlara küresel çareler aranmadığını biliyoruz. Uyarılardan ve temennilerden ibaret kaldığını son kez Kovid başta olmak üzere birçok kez gördük.


Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın da bu gıda krizini derinleştireceği bilinmesine rağmen ABD ve Çin gibi büyük güçlerin umrunda bile değil. Avrupalılar ise konuşmaktan başka bir iş yapmıyor.
İşte tam da böylesi bir düzlemde Türkiye ortaya çıktı ve son yıllarda sahnelediği diplomatik manevraların sadece kendisine değil dünyaya da fayda sağlayabileceğini gösterdi. 


Rusya ve Ukrayna ile iki ayrı masaya oturarak kolaylaştırıcı bir rol oynayan Türkiye Ukrayna tahılı için koridorun açılışını sağlamış oldu. Anlaşmaya göre Rusya tahıl akışına müdahale etmeyecek. Akışı da Türkiye kontrol edecek. Yaklaşık 25 milyon tonluk tahıl Türkiye'nin kontrolünde dünya piyasalarına açılacak. En az yüz milyon insanın temel gıda ihtiyacı bu vesileyle sağlanmış olacak.


 
Türkiye'nin imza attığı bu diplomatik başarı tüm dünya basınında manşetlerden verildi. Dünya neredeyse rahat bir nefes aldı. Ancak biz Türkiye'de maalesef altılı masanın oyun ve oynaşlarını konuşuyoruz. Aday kim olacakmış? Kim kimin ayağını kaydırmış? Kim kime ne demiş? Yarın niye tersine beyanatta bulunmuş? Üzücü olan kısmı tam da burası.


 
Kabaca hesaplayacak olursak son 6 yılda Türkiye dış politikada gerçekten üstün bir performans sergiliyor. Fakat bu öylesine kanıksandı ki gündem bile olmuyor.
Halbuki Türkiye bu ve devamında gelecek benzeri anlaşmalarla on yıllar boyunca tekrar edilen fakat hep sözde kalan gerçek bir geçiş ülkesi olma yolunda ilerliyor. Bugün tahıl yarın enerji koridoru Türkiye'den geçer. Türkiye'nin uyguladığı dengeli dış politika işte bu örgüyü üretiyor. Ülkenin geleceği bu tür anlaşmalarla adım adım garanti altına alınıyor.


 
Bu anlaşmadan sonra Batı kamuoyu Türkiye'nin anlamını yeniden keşfeder mi bilemem, pek de umrumda değil, ama diplomatik ataklar bu haliyle devam ettikçe Türkiye'ye karşı kullandıkları üslubu değiştirmek mecburiyetinde kalacaktır.


 
Mesela Türkiye'ye Rusya karşıtı yaptırımlara katılma çağrısında bulunduklarında Türkiye onlara "gıda koridorunu açık tutmak zorunda" olduğunu söyleyecektir. Bu önümüzdeki dönem için mücevher değerinde bir argümandır.


 
Hemen Avrupa ülkeleriyle bir kıyas yapın. Önümüz kış. Ancak enerji konusunda ne yapacaklarına dair tek bir inisiyatif almış ve hazırlık yapmış değiller. ABD beklentileri ile Rus gazı arasında kaldıklarında büyük siyasi krizlere şahit olabiliriz. Dikkat ederseniz Avrupa ülkelerinde başbakanlar istifa ediyor veya tasfiye ediliyor. Siyasi istikrarsızlık ve lidersizlik nedeniyle Avrupa kışa oldukça kötü hazırlanıyor. Tıpkı bizim muhalefet gibi siyaseti dizayn etmeye çalışmaktan iş yapmaya vakit bulamıyorlar.

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

 

 

 


Oğuzhan Bilgin - 25 Temmuz 2022 - 

 

 Ayasofya..."Ama Allah Bize O Cesareti Verdi"...

"...15 yaşındaydım. Ayasofya'da bir dans eylemi vardı. Bizim kırılma noktası orası idi, biz o dansa izin vermemeye niyetlendik ve Millî Gençlik Vakfı'ndan bir grup genç gittik. 'Biz o kapıda dururuz, onları içeri almayız' dedik. Yabancı bir grup gelip müstehcen bir dans gösterisi sergileyeceklerdi caminin içinde.


Orada bizden başka gelenler de oldu, nihayetinde biz o dansı yaptırmadık fakat orada da gözaltına alındık. Ve Ayasofya için hapis cezası Türkiye'de ilk ve tektir; Bünyamin Eser isimli bir arkadaşımız dansı protestodan dolayı 2 sene hapis cezası aldı, gündeme de gelmedi. İşte o dönem mimlendik, fişlendik vs. zaten ondan sonra sürekli takip edildik. Ama Allah bize o cesareti verdi, biz bunu kendimizden bilmiyoruz; bu Allah'ın bir rahmeti, lütfuydu..."


Bu sözler 15 Temmuz'da FETÖ'nün hain darbe girişimine karşı mücadele ederken şehit düşen kahraman Halil Kantarcı'ya ait. 2013 yılında Zeynep Tuna hanımefendiye verdiği röportajda 1995 yılında yani daha 15 yaşındayken Ayasofya'nın manevi şahsiyetini savunmak için yaptığı protesto eylemini ve sonrasında yaşadıklarını böyle anlatıyor.


1995'te ona ve arkadaşlarına zulmedenlerle 15 Temmuz'da onu şehit edenler aynı Batı vesayetinin maşaları, aynı Türkiye düşmanı zihniyetin unsurları olarak tarihteki yerlerini aldılar. Amaçları Türkiye'nin egemen, bağımsız büyük bir ülke olmasını; Türk ve Müslüman kimliğine sahip çıkmasını engellemekti.


Cumhuriyet döneminde tam 86 yıl müze yapılan Ayasofya tüm o yıllar boyunca Müslüman Türk milletinin kalbinde hep bir yara olarak kaldı. Hem Fatih Sultan Mehmed'in vasiyeti çiğnenmiş oluyor, hem Ayasofya'dan artık ezan sesi yükselmiyordu. Bu sadece bir caminin kullanılamaması meselesi de değildi.


Türk şehri İstanbul'un en sembolik camisinde Türklerin sözünün geçmediği, egemenliğinin sayılmadığı gibi bir algı ve his ortaya çıkıyordu. Bu his öylesine yaralayıcıydı ki çok uzun yıllar boyunca "Ayasofya'nın esareti" ile Türkiye'nin ve tüm İslam âleminin esareti arasında bir sembolik ilişki kurulmuş; "Zincirler Kırılsın, Ayasofya açılsın" sloganı birçok kuşağın sloganı olmuştu. Halil Kantarcı'yı daha 15 yaşında Ayasofya'nın kapısında Batıcı vesayetin taşeronlarına meydan okutan bir acıydı bu.


Ayasofya'nın tekrar camiye çevrilip çevrilmemesi bir egemenlik meselesiydi her şeyden önce. Bu topraklarda Türklerin ve Türk Devletinin dediği mi olacaktı yoksa Batı vesayetine boyun eğmeye devam mı edecektik? ABD'nin, Rusya'nın, Yunanistan'ın tehditlerine pabuç mu bırakacaktık? Bırakmadık.


Nihayet 2020 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararı ile Ayasofya özgürleştirildi, Türkleştirildi, İslamlaştırıldı.


Bu aynı zamanda bu topraklarda kimin egemen olduğunu gösteren bir karar olduğu gibi Türkiye'nin hiçbir vesayete boyun eğmeyecek, hiçbir tehdide karşı taviz vermeyecek büyük bir ülke olduğunun da tekrar bir ilanıydı.


Bu tarihi kararın üzerinden tam 2 yıl geçti. Bu karar Batı'da, Yunanistan'da ve onların fonladığı Türkiye içindeki bazı medya platformlarında öyle bir rahatsızlık bıraktı ki hâlâ Ayasofya temalı yalan haberlere, kampanyalara başvuruluyor. "Bakın camiye çevirdiniz, Ayasofya bu hale geldi" algısını güçlendirecek Türk düşmanı algı operasyonları hız kesmeden devam ediyor. Bunların çaresiz çırpınışlar olduğunu ise söylemeye gerek yok.


Başka bir ilginç duruma ise kendisine (sözde) "İslamcı" diyen bazı kişi ve gruplarda rastlandı. Çok uzun yıllar boyu Ayasofya'nın özgürleşmesi, camiye çevrilmesi için yazan, çizen, konuşan bazıları Ayasofya'nın tekrar camiye çevrilmesi, yüzyıllık rüyanın gerçek olması sonrası pek de memnun görünmedi; destekleyici, takdir edici sözler söylemedi.


En saçma sapan konulardan bile Cumhurbaşkanı ve hükümeti eleştirip, "biz bittik, özümüzü, davamızı kaybettik" kampanyası yapan, örtülü veya açık muhalefet eden, sol-seküler-liberal grupların söylemsel hegemonyasına teslim olan bu özgüvensizler, İslamcılığın bu yüzyıllık rüyasını gerçekleştirenlere bir teşekkürü bile çok görebildi.


İster Batı vesayeti rahatsız olsun, isterse takdir etmesi beklenenler bunu çok görsün; tam 2 yıl önce Müslüman Türk milleti için bu büyük bağımsızlık adımını atan Sayın Cumhurbaşkanımızdan Allah razı olsun. Ayasofya'nın hürriyetinin 2. Yılı kutlu olsun.

 

 

 

 

 

 

 

 


Tüm GÜNCEL MESELELER