AHMET CANİP EFENDİNİN HAYATI
Canibim.Com

AHMET CANİP EFENDİNİN HAYATI - Canibim.Com

 



                                     AHMET CANİP EFENDİ (K.S.) HZ. HAYATI

Ahmet Canip Efendi Hicri 1319-1410 tarihinde Bursa’da dünyaya gelmiştir.

“Sancaktar" fetih ordularında sancak taşıyanlara verilen ad.

 Baba tarafından dedeleri Anadolu’dan Rumeli’ye geçen fetih ordularında sancaktarlık görevi yaptığı için dedelerine “Sancaktaroğlu” denirmiş.
Bu nedenle soyadı kanunu çıkınca soyadlarını “Özsancaktarlar” olarak istemişler.

 
  
 Baba tarafı Osmanlı Sarayında havlucu başılık yapmış. Annesinin babası Hacı Mustafa Bey 135 yaşında vefat etmiş, İkinci Mahmut zamanında yaşamış aşiret beyi kıymetli bir insanmış. Anne tarafından dedeleri Selçuklu’da sancaktarlık yapmış.

 

  Babası Şükrü Efendi ve abisi tüfekçi Osman (120 yaşında vefat etmiş) Kadiri tarikatı müntesiplerindenmiş. Babası ve abisinin derviş olması Canip Efendi’nin aileden ehl-i tarik terbiye aldığını göstermektedir.

 

Çocukluğunda Kur’an kursunda hafızlık eğitimi görmüş, fakat hafızlığını tamamlayamamış. Canip Efendi bu durumu daha sonraları Şeyhine anlattığında, Şeyhi; “Evladım Allah (c. c. ) seni korumuş. Hafızlığını tamamlasaydın, bu eda, bu seda ile derviş olmaz, sen de mevlit ve devir peşinde koşardın” demiş.


  Gençliğinde Şeyh Ali Haydar Efendi’den Delâl-î Hayrat’ı okumuş. Ali Haydar Efendi’ye intisap etmek istemiş. Ali Haydar Efendi “Evladım ben yaşlandım. Yakında Hak vaki olacak. Seni teslim edeceğim birisi de şu anda Bursa’da yok. Teslim alacak şeyh gelene kadar, seni Emir Buhari’ye (k.s.) emanet edeyim” demiş. Canip Efendi’yi Evlad-ı Resul olan Emir Sultan hazretlerine götürerek, manen teslim etmiştir. Böylece Canip Efendi ilk manevi terbiyesini Emir Sultan’ın ruhaniyetinden almış ve üveysi olmuştur.


  Daha sonraki yıllarda Çorlu müftüsü ve Tarik-i Nakşîye’den Şeyh Ali Timur Efendi’nin (k.s.) manevi terbiyesine girer. Ali Timur Efendi Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi kolundan gelmektedir.

 
 Canip Efendi Şeyhi Ali Timur Efendiyi anlatırken bir hoş oluyordu. Kendisine Ali Timur Efendinin diğerlerinden farkını sorduğumda;
“Evladım, ömrümde yüzlerce veli-i kâmil ile mülâkat ettim, O’nun ayarında bir veliye rastlamadım. Huzuruna gittiğimde odasının misk ü amberler gibi koktuğunu hissederdim. Anlardım ki o veli-i kâmili melekler tavaf ediyor. Meleklerin rüzgârlarını hissederdim. Huzurunda bulunurken Mekke’nin ve Medine’nin dağını taşını gözümün önüne getirirdi. 

 

  Tıpkı bugünün televizyon ekranı gibi. Bu Fakir’i bir halden alır bir hale sokardı. Onun huzurundan ayrılıp Bursa’ya dönerken, ölümüme razı olurdum da ayrılmak istemezdim. Bursa’ya gelene kadar da ağlardım. Kendisine bu ayrılığın zor olduğunu söylediğimde bana şöyle derdi; “Evladım ayrılık yok. Avucumun içinde hepinizi görüyor ve takip ediyorum. Eğer bir şeyh müridini dünyanın neresinde olursa olsun görüp takip edemiyorsa, o posta hiç oturmasın.”


 Fakir de nazım üzere Ali Timur Efendi’ye mektuplar yazardım. Ziyaretine gittiğimde, Hanımı Fakire derdi ki; Evladım yazdığın mektupları Şeyh Efendi okuyup, çok ağlıyor. Göndermesen olmaz mı?”



Yıllar sonra Ali Timur Efendi (k.s.) doksan küsur yaşında iken Bursa’ya gelir ve Canip Efendi’ye Tarik-i Nakşîye’den icazetnamesini verir ve şunu söyler;
“Evladım hasta halimle ve bu yaşta beni buraya kadar getirdin. Ne yapalım, mecburuz. Manen git denildi mi, gitmek mecburiyetindeyiz, gitmemek olmaz. Her neyim varsa benden soydun aldın.”


 İkinci hilâfetini Tarik-i Nakşîye’nin Halidiye kolundan Bolu’lu Sürmeli Muhiddin Efendiden alır. Muhiddin Efendi’yi anlatırken şöyle der; “Bir gün Şeyh Efendi’yi müridi Bursa’ya arabasıyla getirir. Dergâha çıkarlar, sohbetler yapılır. O gün hava da çok sıcaktır. Buzdolabı henüz yaygın olmadığı için soğuk su yoktur. Hürriyet semtinde akan çok soğuk ve lezzetli bir sudan bahsedilir. 



  Muhiddin Efendi “Ah bu sıcakta, o sudan olsa da içsek, ne hoş olurdu” der. Muhiddin Efendi’yi arabasıyla getiren ihvan; “Efendim Bolu’ya dönüşte o çeşmeye uğrayıp içeriz” der. Canip Efendi sohbet devam ederken sessizce oradan ayrılır, o sıcakta yürüyerek üç dört kilometre uzaktaki bahsedilen çeşmeye gider, bir kaba suyu doldurup gelir ve Şeyh’ine ikram eder.


 
  Muhiddin Efendi suyu içtikten sonra çok memnun ve mesrur olup Canip Efendi ye dönerek “Evladım sen kazandın” der. Bu olayı anlattıktan sonra Canip Efendi şöyle derdi.”Derviş ibadette değil hizmette kazanır. Şeyhe hizmet lâzım, O’nun gölgesine dahi basmamak lâzım, ya efendim.”



Muhiddin Efendi’nin Hakka yürüyüşünü şöyle anlatırdı.
“Rahatsızlığını duydum, Bolu’ya Hayrettin Tokadi’deki dergâha gittim. Akşam namazını ben imam, O cemaat olarak kıldık. Daha sonra evvabin namazlarını kıldık, tespihleri çektik, dua yaparken ruhunu teslim etti. Allah (c.c.) böyle ölümü herkese nasip etsin.”


  Canip Efendi üçüncü hilâfeti İstanbul’dan Muhiddin-i Ensari’den (k.s.), Tarik-i Rufaiye’den almıştır.
Dördüncü hilâfetini Abdulkadir Geylâni’nin torunlarından olan Muhammet Murtaza Geylâni’den, Tarik-i Kadiriye’den almıştır. Muhammet Murtaza Geylâni (k.s.) ile tanışmasını şöyle anlatırdı.



  ”Bir gün dergâhın arka sırtlarında keçime ot biçerken, yoldan dergâha doğru gelen asaletli birisini gördüm. Karşılamak için indim ve dergâha buyur ettim. Üzerimdeki elbise ot biçmek için olduğundan utandım, değişip huzuruna geldim. Kendisini tanıttı. Dünya âleminde birbirimizi ne tanımış ne de görmüştük. Mana âleminde Hazreti Pir Abdulkadir Geylâni (k.s.), Suriye’nin Hama şehrinde yaşayan bu zatı, Muhammet Murtaza Geylani’yi Fakire gönderiyor. Muhammet Murtaza Geylani emanetini getirdim al dedi ve bana Kadiri icazetini verdi.”



Canip Efendi “kırk yılı aşkın Tarikat-ı Nakşîye’den ders verdim, fakat Tarik-i Kadiriye’den görev verildikten sonra bu yolda yürüdüm” derdi.



Daha sonra Tarik-i Melâmiye’den Yakup Efendi icazet vermek istemişse de, Efendi O’nun ve daha sonra Mevlevi şeyhi Postacı Ali Efendi’nin icazet verme teklifini kabul etmemiş.”Bu kadarı kâfi. Adam olmadıktan sonra kırk icazetin olsa ne yazar.” diyerek mütevazılık göstermiştir. Efendinin bütün icazetleri koruma altında bulunmaktadır.

Tüm GÜNCEL MESELELER